İstifler
Metin: Şinasi Tek, Ayşe Sibel Kedik, Seval Şener
48 Sayfa
30 cm x 24 cm
"Sanatçının
işlerini dramatik kurgulardan uzaklaştırma çabası, dünyanın ve gündelik yaşamın
dramatik çıkışsızlığını estetik, sanatsal çabalarla aşma denemesinden vaz
geçmediğini işaret eder. "Bir noktadan diğerine gitmenin güçlüğünü bilmek ve bu
güçlüğü farklı yollardan aşmak”. Sanatçının bu değerlendirmesi ve tutumu bize
Terry Eagleton’ın "Estetik, kendi tarihsel koşullarından susarak söz eden
şeydir; o koşulların doğasında uzaklık ve yadsıma aracılığıyla var olur. Metin
"gerçek” tarihi iptal eder, ama metnin tarihle en anlamlı ilişkisi işte bu
iptal etme sürecinin açık işlemlerinde yatar”2 ifadesini
anımsatır. Cümleyi, burada yapıtı, birkaç bağlamda okumanın gereği ve önemi de
bunu gerektirir. Eagleton kitabında (Balzac ve T.S.Eliot örneğini vererek)
sanatçının ideolojisinin, kendine rağmen, genel ideolojiyi iptal etmesinden söz
etmektedir. Bu durum Ercan Sağlam’ın molekül biçimleriyle günün genel
ideolojisine, kanonik düzmecelerine karşı bir tutum ve biçimler üretmesiyle
oluşmaktadır. Ercan Sağlam doğrudan gösterilmek istenmeyen güzellik
formasyonuyla, çatışmalı durumları estetize etme ve askıya alma
girişimiyle yapıtlarında içi içe geçen olgulara dikkat çeker. Israrla, çok
katmanlı bilgiler, anlamlar içerme potansiyeli taşıyan motifler ve renklerle
olan ilişkisinden başlayarak biçimlerin çoksesliliği, çokanlamlılığı dâhil pek
çok gizil ve doğrudan içerikleri, anlatıları dile getirmeye çabalamaktadır. Son olarak şunu söylemeliyiz;
Fragmanlar’la başlayan parçalı bir araya getirme çabasının güçlüğü, istiflenip
birikmiş sorunların, baş edilecek olguların tümü Ercan Sağlam’ın sanatının
bütününe içkindir. Bu içkinlik günümüzün çözülmesi gereken sorunlarıyla,
sanatçımızın estetik biçimlerini bir arada tartışmamıza yeni kapılar
açmaktadır.
Sanat
da zaten bunun içindir.”
(Şinasi Tek, Atölye, Konular ve İçerikler Üzerine)
2 Eagleton,Terry. 2012. Eleştiri ve
İdeoloji Marksist Edebiyat Teorisi Üzerine Bir Çalışma (Çev. Savaş Kılıç),
İstanbul: İletişim Yayınları, s. 204.
"Ercan Sağlam’ın heykellerinde denge kavramı
görsel olduğu kadar düşünsel bir temele de karşılık gelmekte ve adeta kendi
organik bütünlüğü içinde kendi dengesini bulan her bir form, yaşamın tüm
ağırlığına ve istiflenenlerin yarattığı basınca rağmen bir hafiflik duygusu
yaratmaktadır. "Biz söylediğimiz kadar ağır mı yaşıyoruz?” sorusunu soran
sanatçı, aslında hayatın tüm alanlarında yoğun bir basınç hissetmekle birlikte
yaşamın bir o kadar da hafif olmasını, insanın kolay unutabilmesine bağlamakta
ve gündelik hayatın vurdumduymazlığına vurguda bulunmaktadır. Hafiflik hayata
dair bir histir, bir tür kayıtsızlıktır ve sanatçı iç-dış, birim-biçim
ilişkisi, boşluk-doluluk, hareket gibi heykele ait elemanları da kullanarak bu
hafiflik duygusunu yansıtırken aslında kabullenmeden çok bir ret halindedir.Öte yandan simetrik olmayan hafifletilmiş biçimler içe
ve dışa yönelirken geleneksel heykelin inşasından çok adeta motiflerle örülmüş
konstrüksiyonlara ya da hat sanatındaki istiflere benzerler. Ne var ki, hat
sanatındaki harf ve kelimelerin üst üste getirilerek ahenkli bir bütün
oluşturacak şekilde düzenlenmesi ya da ortak bir duyguyu yakalamaya yönelik bir
takım motiflerin kullanılması sanatçıyı estetik açıdan etkilese de hiçbir zaman
bir kaynak oluşturmazlar. Geçmişle gelecek, gelenekle güncellik, bireysel tarih
ile toplumsal tarih, sanat ve yaşam arasındaki her ara noktada her şeyi
kapsayabilen sanatçının çalışmaları, her dönemde olduğu gibi yine kaynağını
insandan ve insan davranışlarından alırlar. Boşluğa doğru hafif bir jest yapıp
sakin ve kendine dönük tavırlarıyla kendilerini duyurmak için adeta insana
dokunmaya çalışan bu heykeller, sanki "bütün biriktirdiklerin seni oluşturur.
Ama zenginleşirken yoksunlaşırsın da aynı zamanda. Geriye sadece küçük bir jest
kalır insandan insana ulaşan” der gibidirler. İnsani ve dünyevi bir özü sunmak
için sürekli yer değiştirirken sanki bir ima olarak insanın kendisiyle ve
tarihiyle yüzleşmesini isterler. Ercan Sağlam "düşüncelerimizin geldiği noktayı
belirtmek için” "istif” kelimesini kullanır ve eserleri "istif” kelimesinin
bütün içerikleriyle örtüşür. Çok katmanlı bir sorgulamaya girişen sanatçı,
istif kelimesinin her karşılığına bir zincir eklediğinde kavramlar/düşünceler
üst üste yığılmaya devam eder ve eserleri hayatı istif edercesine
unutmamak/unutturmamak için kendi söyleşisini sürdürürler.
(Ayşe
Sibel Kedik, "Unutmayı Unutmak” )
"Andy Warhol "Anladığın şey gördüğün şeydir” 1
derken yeniden ürettiği konserve kapların, deterjan kutularının üretilme
mantığını açık ediyordu. Çünkü endüstriyel ürünlerin ambalajlarının yeniden
üretiminden oluşan çalışmalarını, o ürünlerin reklamını yapan piyasa jargonuyla
açıklıyordu. Gören ne gördüğünü tanımlayabiliyordu, adını söyleyebiliyordu,
Champel domates çorbaları, Brillo Deterjanının kutuları, Coca Cola şişeleri ve
benzeri market ürünleri.Frank Stella resimleri için
"Gördüğün gördüğün şeydir”2 derken imayı, çağrışımı resminden
dışlıyor, izleyiciye o resimle görsel, duyumsal bir ilişkiye girmesini
öneriyordu. İzleyici bir mesaj, gizli ya da açık bir anlam aramak yerine resme
bakmalı, resmi görmeliydi çünkü resim kendisinden başka bir şeyi temsil
etmiyordu. Görülen şeyin doğrudan gerçekliği hedefleniyordu. Heykeller
ve baskılardan oluşan İstifler’i gördüğümde ne gördüğümden emin olabilmem hayli
zordu. Anladığımın gördüğüm şey olduğunu söyleyemem çünkü anladığımdan emin
olamıyorum. Gördüğümün sadece gördüğüm şey -renkler, kağıtlar, ahşaplar,
kavelalar, belli belirsiz birimler- olmadığından eminim çünkü İstifler bana
gördüğümün gördüğümden ibaret olmadığını söylüyor. Biçimler Fragmanlara oldukça
yakın, kolaylıkla Fragmanlar’ın devamı da diyebilirim. Ancak belli ki yapanın
fikrinde bir değişiklik olmuş. Burada gören kişi olarak benim içine düştüğüm
bir zorluk var. İstiflere bakarken yapanın fikrindeki değişikliği anlayabilmem
mümkün mü? 3 İstifler yerine İsimsizler olsalar işim bir nebze daha
kolay olacak sanki. Minimalist çalışmalar diyerek sıyrılıvereceğim işin içinden.Bu çalışmalar İstif adını almalarına rağmen yer
yer istifin doğasına da aykırılar, dikkatli bakıldığında görülüyor ki İstifçi
sadık kalmıyor birimine, boyunu buduyor, yönünü saptırıyor, açısını kaydırıyor.
Bu türden, boşluklar bırakarak oluşturulmuş bir istifin meselesi sanki
istiflemek değil gibi görünüyor. Üstelik biçimler rastlantısal değil
kurgusallar, üretim biçimlerinde bir yol yordam var, bir başlangıç noktası, bir
son ve durdurulmadıkları sürece devam edecek bir tekrar var. İstifler bir açıdan tanıdıklar
ama tanımlı değiller. İsme yöneliyorum. İstif kelimesinin çağrışımları hayli
yüklü. Hemen hepsi somut. Orman bölge müdürlükleri, tomruklar, kâğıt
toplayıcılar, belediye otobüsleri, akşamüstü manavlarda kalan ucuz kasaları,
mülteci kampları, vize kuyrukları geliyor aklıma ve elbette sahaf rafları,
karton kutular, eski ayakkabıcı dükkânları, çiçek buketleri, kışlık çoraplar,
taşınılan evin toplanan eşyaları.
Gördüğüm
şeyler biçim olarak tanımlayamadığım, ayakkabı kutusudur, manzara resmidir
diyemediğim şeyler, ona, buna, şuna benziyorlar. DNA’ya da, fraktallere de,
eskiden bilgisayarda ekran koruyucusu olan kıvrılan dönen pipetlere de, viral
videolara da, geleneksel motiflere de, hat sanatının meşklerine de benziyorlar.
Ancak istif adını taşıyorlar. Kolaylaştırıcı bir hamle yapalım ve İstifleri
oluşturan unsurlara bir göz atalım.
Renkler:
Duygunun temsili olsun
Beyaz
Kaideler: Hafifletme isteğinin belirtisi olsun
Parçalar-Kavelalar:
Geçmeden değmeye dönen bir ilişkinin belirtisi olsun
Biçimler:
Geçmiş ve bugünün düşüncesinin birleştiricisi olsun
Biçimlerin
Biçimleri: Dekoratiflikle konstrüktif olmanın ortasında durdurulmuş kararsızlık
anının belirtisi olsun
Bütün
benzetmeler, bütün anlam yüklemeler bir yana dursun. Şu soru gelip gelip
duruyor aklıma: Bu neyin istifidir? Kendi kendime diyorum ki öyleyse bu soyutun
istifidir. Hafızanın, anının, açmazın, çıkmazın, biriktirememenin istifidir.”(Seval
Şener, Görenin Sorduğu: Bu
Neyin İstifi?)
1 http://www.theguardian.com/
"What
you see is what you get”. Andy Warhol’un bu sözü reklam, endüstri, pop
kültür, tüketim gibi kavramları ve bunların sanat sistemiyle olan benzerlikleri
üzerinden bir okumanın yolunu açmış oluyordu.
2 www.moma.org "What you see is what you see” Frank Stella’ya ait bu söz aslında
Minimalist sanatında mottosu gibi algılanabilir. Tate Liverpool’da 22 Mart
1989- 1 Şubat 1990 yılları arasında açılan sergide "Minimalism: What you see is
what you see” adını taşımaktadır.
3
Ercan Sağlam’la yaptığımız konuşmalardan hareketle fikrinde neyin değiştiğini
söyleyebilirim ancak bu yazıyı İstifleri ilk kez sergide gören ve gördüklerini
tam olarak anlamayan birisi olarak yazmaya çalışıyorum.