... ve gemi batıyor Metin: Tayfun Pirselimoğlu 32 Sayfa 30 cm x 24 cm
"Bu gemi nereye gidiyordu? Hangi ülkeye hangi acıları taşımaktaydı? Niçin ilerledikçe geçtiği sular siyaha dönüşüyordu? Bütün gün orada, o filikanın içinde saklandım. Gece olunca etraf biraz olsun sakinleşti; ben de sessizce dışarı süzüldüm. Güverteye açılan bir kapıdan içeri girip, karşıma çıkan koridorda sessizce ilerledim. Bir merdiven çıkınca karşıma, aşağı inmeye karar verdim. O merdiven bir başkasına, o da bir diğerine bağlanarak aşağılara, korkunç bir uğultunun geldiği derinliklere doğru uzanıyordu. Geminin en dibine indiğimde sağır edici gürültüler çıkartan büyük bir makineyle karşılaştım. Devasa bir motor. Sanki yalnızca bu gemiyi değil, bu dünyayı da döndüren bir alet.”
(Tayfun Pirselimoğlu, "...ve gemi batıyor")
Savaş Alanı Metin: Tayfun Pirselimoğlu 32 Sayfa 30 cm x 24 cm
"Ayıldığımda kendimi bilmediğim bir yerde buldum. Başım feci dönüyordu. Kafamı güçlükle kaldırdığımda aklım iyice karıştı. Gece mi, gündüz mü olduğunu bile anlayamadım. Alt üst olmuş toprağın üzerinde perişan bir halde yatıyordum. Uzakta, çok uzakta ufuk çizgisinin üzerinde belli belirsiz bir parlaklık görebiliyordum. Gözlerim acı içerisindeydi ve o tuhaf parlaklığın geceye mi, yoksa gündüze mi ait olduğunu kestiremiyordum bir türlü. Havada garip bir koku vardı; ağır, yüreğimi bulandıran, ciğerlerimi didikleyen bir koku. Zorlukla ayağa kalktığımda şaşkınlığımın yerini gittikçe büyüyen, önünü alamadığım bir korku aldı. Sonsuz genişlikte, parçalanmış, altı üstüne gelmiş, içinden gazlar sızan bir arazinin tam ortasındaydım. Uzaklarda, başlangıçta seçemediğim devasa dumanlar yükseliyordu; havada dolaşan tuhaf ışıklar bir görünüp bir kayboluyorlardı. Ne yapacağımı bilemedim; neden sonra sanki beni içine çekiyormuş duygusu veren toprağın üzerinde birkaç adım attığımda uzakta hareket eden karaltılar seçebildim. Bana doğru ağır ağır yaklaşan bir gergedanı farkettim. Yanımdan geçip uzaklaştı. Ardından sürüler halinde köpekler geçtiler. Hiç ses çıkartmadan uzaklaştılar onlar da. Sonra her biri benden daha perişan askerler gördüm. Görünürde yaraları yoktu ama zorlukla yürüyorlardı. Miğferleri delikti ve gözlerindeki garip gözlüklerin hemen hepsi parçalanmıştı. Sessizlerdi; korktukları belli oluyordu. Ben de korkuyordum. Onlara hangi orduya ait olduklarını soramadım. Ya ben hangi memleketin ordusundandım? Nedenini bilemediğim şekilde arkalarına takıldım. Sonra o gün her şey sona erdi…"